Günümüzde güç deyince insanın aklına ilk olarak sertlik, bükülmezlik, sarsılmazlık, yenilmezlik gibi şeyler gelir. İnsanlar güçlü birini ifade etmek istediklerinde, dağ gibi veya kaya gibi güçlü derler. İnsan gücü genelde sert ve yenilmez şeylere atfeder. Güç, sertlik ve yenilmezlikle çok fazla özdeşleştirilir.
Güçlü olan teslim olan değil teslim alan olarak görülür. Güçlü olan kontrolü bırakan değil kontrolü elinde tutan ve her daim üste çıkan, hükmeden olarak kabul edilir.
Peki, bu gerçek mi? Hayatımız boyunca buna inanmış ve inandırılmış olabiliriz. Kendimiz de bu prensibi farkında olarak, olmayarak takip ediyor olabiliriz. Ama bir an durup düşünelim. Bu gerçekten de böyle mi?
Tarih boyunca bize güçlü gösterilenler veya güç olarak tanımlananlar gerçekten de gerçeği yansıtıyor mu? Gelin buna bakalım.
Cengiz Han, Büyük İskender ve tarihte önümüze konulan isimler, onlar güçlü olanın temsili miydi gerçekten? Yoksa tam tersi mi? Bu insanlar hayatlarını fethetmeye adamış kişilerdi. Hayatları mücadele içinde geçti sonra da hastalık ve acılar içinde öldüler. Sayısız insanın ölümüne, kaybına, acılarına neden oldular. Şimdi sadece bir an durun ve düşünün kendinizi bir atın üstünde belinizde kılıçla hayal edin. Bir yerlere koşup önünüze gelen her şeyi yağmalıyorsunuz, karşı koyanı yerle bir ediyorsunuz, fethediyorsunuz, insanları önünüzde diz çöktürüyorsunuz. Adınızı duyan korkuyor. Size itaat ediyor, baş eğiyor. Kontrolünüze giriyor. Kimle dövüşseniz hepsini yeniyorsunuz. Kimseye teslim olmuyor ama herkesi teslim almak istiyorsunuz. Şuan bu kurgu nasıl görünüyor gözünüze, basitçe değerlendirin.
İşte bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu görmek için âlim olmanın gerekmediği çok açıktır. Bu yaşam nedir? Bu dünya nedir? İnsan bunu sorar ve gerçek cevabı bulursa bu yaşamın güç ile değil teslimiyetle ilgili olduğunu çok net görecektir.
Eskiden krallıklar, imparatorluklarda ifade bulan akış daha farklıydı şimdi modern dünyada daha farklı görünüyor. Ama dinamiğe baktığımızda aslında değişen çok bir şey olmadığını da görüyoruz.
Her zaman olan şey kontrol etmek, üste çıkmak ve hükmetmek idi. Her ülke güçlü olmak ya da güçlü görünmek istiyor, her topluluk, her takım, her aile ve en nihayetinde her birey güçlü olmanın veya güçlü görünmenin peşinde. Eski zamanlarda fiziksel güç ve dayanıklılık daha istenen bir nitelik iken şimdi para ve bilgi fiziksel gücün yerine geçmiş durumda. Ama neticede mantık değişmemiştir. Şuan uzun seferlerde, kılıç kullanacak keskin savaşçılara ihtiyaç olmasa da kurnaz ve parası olan kişilerin öne çıkması söz konusudur.
Peki, gerçekten güç nedir? Gerçek güç aslında teslimiyettir. Gücü dayanıklılıkla, yenilmezlikle bile ölçecek olsak, dayanıklı ve yenilmez olmak da teslimiyetten gelir. Çünkü dayanıklı olmanın güçlü olmakla değil, teslimiyetle ilgisi vardır. Sert görünenlerin güçlü olduğuna dair algı aslında sadece bir illüzyondur. Geçici bir sürelik bir yanılgıdır. Saman alevinin bir an parlayıp sönmesidir. Bu her zaman böyle olmuştur ve her zaman böyle olacaktır. Doğayla mücadele eden, sert olan, kontrolcü olan ve bir şekilde belirli bir süre buna ulaşan kişiler istisnasız olarak sönmeye mahkûmdur. Aynı zamanda hayatları ise sadece acı, tatminsizlik, mutsuzluk, huzursuzluk, stres, korku, güvensizlik, ihanet ve hastalıklarla örülmüş bir ağdır. Zaten en iyi göründüğü zamanlarda bile gerçek bir sağlık, mutluluk söz konusu değildir bu “güçlüler” için. Güç peşinde koşan kişiler git gide daha da yozlaşırlar. Bu bir istisna değil kuraldır. Çünkü mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Hal böyleyken buna güç mü denir yoksa güçsüzlük mü? Görünürde istediğini yapan ve yaptıran kişiler gibi görünür bu insanlar. İlgi odağı, tanınan, nüfuzlu, gösterişli vs. Ama içlerinde ne vardır? İnsanın yaşadığı yaşam dışarıdan görülen yaşam değildir. İnsan içinde olan ne ise yaşadığı odur. Ne eksik ne fazla. Dışarıda oynanan roller, çizilen imajlar hiçbiri insanın yaşadığı yaşamı oluşturmaz. İnsan iç dünyası ne ise yaşamı ondan ibarettir. Onu gösterebilir ya da saklayabilir ama saklamanın da bir anlamı yoktur. Çünkü kişi odur ve elinde ondan başka bir şey yoktur. İç dünyasının tadından başka alabildiği tat da yoktur. İçinde nereye baksa karanlık gören nereye dokunsa acı tadan biri için dışarıdaki yamalar teselli bile olamamaktadır aslında.
Peki, şu yaşam sahnesinde bize gücün gerçek anlamını, karşılığını gösteren bir şey yok mudur? Elbette vardır. Doğa. Doğa gücün muazzam bir ifadesidir.
Doğaya bakarsak gerçek güç nedir anlarız. Çünkü hiç kimse doğayı yenemez ve doğanın üstüne çıkamaz. Peki, doğanın gücünün sırrı nedir? Doğanın gücünün sırrı teslimiyettir. Doğa tamamen teslimdir. Varoluşun akışına karşı gitmez ve evrensel uyum prensiplerinin dışına çıkmaz. Öyle bir çabası da yoktur. Ama görürüz ki doğa her zaman başarılıdır. Doğanın sözlüğünde mutsuzluk, depresyon, başarısızlık yoktur. Ama insanlık tarihi bir başarısızlık hikâyesidir. Savaşlar, yıkımlar, çöküş, krizler, hastalıklar vs. Günümüzde siyah beyaz, beyaz ise siyah görünür hale gelmiştir. Aslında en büyük zayıflık güç gibi görünmeye başlamış ve güç ise zayıflık olarak nitelenmiştir. Teslimiyeti insanlar saflık, zayıflık, acizlik, kölelik gibi görmeye başlamıştır. Oysa gerçekten güçlü biri varsa o da %100 teslim olabilendir. Ama neye teslim olan? Burada en önemli nokta budur. Çünkü teslimiyet aslında hayatın olmazsa olmazıdır. Teslimiyetsiz bir an bile yoktur. İnsan için konu teslim olup olmamak değildir sadece neye teslim olacağıdır. İnsan her an ne yapıyorsa, neye hizmet ediyorsa zaten hali hazırda ona teslimdir. Burada teslimiyet konusunu konuşurken bakmamız gereken neye teslim olmamız gerektiğidir? İnsan ya egosuna teslim olur ya da varoluşa bunun başka bir alternatifi yoktur. Varoluşa teslim olan her zaman kazanır. Onun için kayıp yoktur sadece kazanç vardır. Teslimiyet içinde olan insan için iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, ihanette, sadakatte, varlıkta ve yoklukta, yaşamda ve ölümde her koşulda sadece yükseliş vardır. O, kesintisiz yükseliş halindedir. Onun hayatında geri adım ya da gerilemek diye bir şey söz konusu olmaz, olamaz. Ayrıca varoluşsal teslimiyet engel tanımaz. Çünkü gerçek teslimiyet hiçbir şeyi reddetmez. Teslimiyet mutlak bir kabulleniş olduğu için karşısına çıkan her şeyi kabul eder, onu dost görür ve o zaman her şey dost olur ve onun yükselişini sağlar. Her şey bir yükseliş, her şey bir zenginleşme olur. Teslimiyet içinde olan karşısında bir direnç olduğunda su gibi olur. Böylece karşısına kaya gibi sert bir direnç bile çıksa o kayanın arasından akan su gibi durmadan yoluna devam eder ve hiçbir şey teslimiyet içinde olanı etkileyemez. Ama egoya teslimiyet durumunda çok büyük başarı olarak görünen şeyler bile fakirleşme ve gerileme ile devam eder. Şuan herkes bilinçli ya da bilinçsizce egoya teslim bir hayat düzeneği içindedir. Yani insanlar koşullara bağlı ve bağımlıdır. Ancak beklentileri karşılanırsa iyidirler. İnsan her şeyle mücadele eder, direnir, reddeder, saldırır, savunur ve iter böylece perişan olur. Unutmayın ki esnek ve akışkan olan kazanır ve sert ve değişmez olan ise kaybeder. Çünkü yaşam değişken ve esnektir. Sert olanlar ona uyum sağlayamaz. O yüzden de sert olanlar yaşamda hep mücadele eder ama günün sonunda kazanan yaşam olur. Bu yüzden teslimiyet içinde olan güçlü olandır. Ama bunun için de doğru teslimiyeti keşfetmek gerekir. İşin sırrı buradadır. Sizde varoluşunuzu keşfedin ve doğru teslimiyete doğru ilerleyin, en büyük güce ulaşacaksınız.




