Ana sayfa Uncategorized BAĞIMLILIK

BAĞIMLILIK

58
0

Bağımlılık tüm insanların hayatında yer alan bir olgudur. Çoğu insan bunu düşünmez, bilmez, fark etmez bile. Bağımlılık kelimesinin kelime anlamına baktığımızda şunu görürüz; “Kişinin gereksinme ve isteklerini karşılamakta yetersiz oluşu, karar verme ve işlerini başarmada başkalarından yardım istemesi durumu. Karşılaşılan sorunları yalnız başına çözmek ve kendine yön seçmek için gerekli yetenekten yoksun olma durumu.”

Bağımlılığın temeline baktığımızda orada yetersizlik hissi ve eksik olma olgusu görülür. Peki, bu yetersiz olma ve eksiklik olgusu nereden gelir?  İnsan yavrusu doğadaki en aciz, hassas ve kırılgan yavrudur. İşte bu özellik insanı bu gezegendeki ilk anlarından itibaren muhtaç olma, yetersizlik ve çaresizlik hissiyle döşemektedir o hiç fark etmeden. İnsanın bilinçaltında yatan ve tüm hayatını farkında olmadan etkileyen o yara her anında, her eyleminde, gecesinde ve gündüzündedir. Bu kendi kendine yetememe olgusu tüm hayatı boyunca onda her zaman bir şeyler olmazsa ayakta kalamayacağı kalıbını ve hemen akabinde de bağımlılığı oluşturur.

Bundan sonra tüm hayatı var olmak ve özgürce akmak yerine, “olmazsa olmaz” olarak düşündüğü şeyleri elde etme koşuşturmacası ve hayatta kalma mücadelesine dönüşür. Birileri ve bir şeyler olmazsa mutluluk, sevgi, zevk vb. şeylerin de olmayacağına inanır. Hatta yok olacağına inanır. Çünkü bebekken tamda bu konumda bulunmuştur. Kıpırdayamamıştır, konuşamamıştır derin bir çaresizlik içindedir. Onun hayatta kalması bile başkalarına bağlıdır eğer tek bırakılırsa ölüme mahkûmdur.

İşte bu çaresizlik ve yetersizlik kompleksi insanın tüm hayatını yönetir. Sürekli “BESLENMEYE” muhtaçtır. Bir bebek büyüdükçe eğilim olarak beslendiği her şeye yapışır ve bağlılık geliştirir. Bu bağlılık ise bağımlılık haline gelir. O artık bedensel, zihinsel, duygusal, cinsel olarak onun ihtiyaçlarını karşılayan her şeye bağlanır. Zaman içinde bağımlılığın objesi değişse de dinamik baki kalır. İlk zamanlarda anne iken, sonra oyuncaklar, arkadaşlar, öğretmenler, sevgililer, kariyer, güç, konum, para, cinsellik, iktidar, nesneler, bilgi, beden, uyuşturucu vb. dallandıkça dallanabilir. İşte bu noktada hayat yaşanmaz sadece bir mücadeleye dönüşür.

Çünkü onun kendi ayakları üzerinde duramayan koltuk değnekleri olmadan yürüyemeyen sakatlanmış ve koşullu hale gelmiş bir mutluluğu, sevgisi, zevki ve hayatı vardır. O bağımlısı olduğu şeyler olmadığında sevgi, mutluluk, zevk olmaz ve acı çekmeye başlar. Bağımlılıklar ilk başta bir süre mutlu eder, sonra alışkanlık olur sonra baskıya dönüşür. Artık hayatı yaşamaktan, akmaktan, korkusuzca, coşku ve neşe içinde dans etmekten mizahtan çıkıp; yaşayan bir ölünün dramına dönüşür. Çünkü mutluluk, sevgi, doyasıya yaşam sadece bağımsızlık içinde mümkündür.

Bağımlı hayat insanın derinliklerinde bir de “nefret” oluşturur. Örneğin insanlar birbirlerini sevseler de birbirlerine bağımlı olmayı sevmezler. Kişi eşinden zevk alıyor ve mutlu oluyorsa eninde sonunda ona bağlanır ve bağımlı hale gelir. Bu bağımlılık yüzünden kişinin derinliklerinde bir çeşit nefret hissi oluşmaya başlar. Sonuç olarak kişi eşinden nefret etmesine rağmen onu terk edemez çünkü eşi onun sevilme ve mutlu olma ihtiyacını karşılamaktadır.

Diğer taraftan kişi eşine olan nefretinden kurtulamaz çünkü eşi onu bağımlı hale getirmektedir. Kişi ne eşinden ne de nefretinden vazgeçebilir ve sürekli karmaşık duygular içinde bulunur. Bu duygular kişiyi yıpratır ve yalnızlığa doğru sürükler. Kişi yalnızlık çeker ama nedenini bir türlü anlayamaz. Bu nedenle tüm dünyevi aşk ilişkileri bir çeşit sevgi/nefret ilişkileridir. Her şey sevgiyle başlar fakat nefretle biter. İşte yaşamın tüm düzeylerinde olan biten dinamik bu şekildedir.

İnsan önce muhtaç hisseder, sonra ihtiyaç oluşur, ihtiyacı karşılayan bir şey ile temasta zihin bunu kaydeder ve ihtiyaç hali süreklilik arz ettikçe o objeye olan muhtaciyet hissi iyice pekişir ve bu da bağımlılıktır. Bağımlılık olgusunda kişi engellenme hissederse veya yetersiz gelirse de nefret duyguları yeşerir. Çünkü kişi tatmin olamamıştır ve bunun yarattığı negatif duygular engele ve engel olarak görülen her şeye yönelir. Sonuç ise yıkım, acı ve hüsrandır.

Peki, bunun çaresi nedir? Bunun çaresi insanın gerçek mutluluk, sevgi ve yaşamın dışsal ve geçici değil, varoluşsal ve ebedi olduğunu kavramasıdır. Mutluluk, sevgi ve yaşam dışarıda bir şeylerin varlığı ile ilgili değildir. İnsanlık artık bunu anlamalıdır. Şuan bildiğiniz yaşadığınız her şey olsa da olmasa da siz var olmaya devam edeceksiniz. Çünkü siz geçici madde değil ebedi özsünüz. Beden olmadan önce de siz vardınız ve beden gittikten sonra da var olmaya devam edeceksiniz.

Mutluluk, sevgi ve yaşam ise sizin ebedi niteliğinizdir. Her zaman sizinledir. Onu sizden hiçbir kimse ve hiçbir şey alamaz. Tıpkı ateş ve sıcağın ayrılmaz oluşu gibi.

Bunun için bünyeye döşenmiş yerleşmiş ve pekişmiş tüm bu kalıp, inanç, korku, kavram, kompleksleri ortadan kaldırmak gerekir. Bu işlemin diğer adı TEKAMÜLdür. Yani tekrardan olduğun hale doğal hale dönme yolculuğu. Şunu anlaman gerek sen aciz bir varlık değilsin. Hiçbir şeye ihtiyacın yok. Herhangi bir şeyin yokluğu senin varlığını asla etkileyemez. Sen bölünemezsin, yakılamazsın, parçalanamazsın, ölemezsin, yok olamazsın, kurşungeçirmezsin çünkü sen beden denen madde parçası değilsin o bedeni kullanan EBEDİ RUHİ VARLIKSIN! Hep vardın şuanda varsın ve var olmaya devam edecek. Varoluş ebedi bir akıştır. Sonsuzluktur. Başı sonu yoktur. Bu akış bir yerde başlamadı ve bir yerde bitmeyecek. Maddi şeylerden muafsın. Maddi beden elbette belirli şeylere tabidir ama o zaten geçici bir araç. Bir elbise gibi bir süre kullanacaksın ve bir süre sonra üzerinden çıkaracaksın ve yoluna devam edeceksin. O zaman neyi kaybetmekten korkuyorsun?

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here